Balkan turumuzun ikinci durağı: Bosna-Hersek / Saraybosna
Geçen sene bu zamanlarda gittiğimiz Balkan turumuzun ilk durağı olan Belgrad yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.
Balkan turumuzun ikinci gününde Saraybosna’daydık. Belgrad’tan buraya gelmek için 320 km’lik yol teptik. Normalde 3-4 saat sürecek bu mesafe dağ yollarından geçtiğimiz için 7 saati geçti. Belgrad’dan ayrılırken bir süre “otoban” üzerinden (daha çok duble yol gibi) devam ettik. Drina nehrini geçerek Bosna-Hersek topraklarına vardık. Çok değil daha bir kaç yüz metre gider gitmez minareleri görmeye başladık ve çok sevindik.
Yol boyunca gördüğümüz yemyeşil yerler bir Rizeli olarak ne kadar yeşilin her tonuna aşina olsam da beni ve eşimi mest etti. Tabi Rize’de görmeye pek alışık olmadığımız yol boyunca birbiri ardınca devam eden, birbirinden güzel, bahçeli, müstakil evler de bu hissi kuvvetlendirdi.
Keşke bizim insanımız da evlerinin içi kadar dışıyla ilgilense. Rize’de yapıldığı günden artık kullanılamaz hale geleceği güne kadar dışına sıva vurulmayan evler vardır. Gerçi memleketimizin pek çok yerinde böyle maalesef. İnsanımız ve belediyelerimiz biraz vizyon sahibi olsa, memleketimizin her yeri yemyeşil ve çiçek dolu olur.
Saraybosna’ya doğru yol alırken İstanbul’da beraber çalıştığımız şimdi burada yaşayan, buralı bir kardeşimi aradım. Buluşmak üzere sözleştik. Yeri gelince aşağıda bahsedeceğim.
Yolculuk 7 saatten fazla sürdüğü için şehre gelmeden evvel anlatacak pek çok şey oluyor haliyle.. Mesela yollar bildiğiniz biri gidiş biri geliş olmak üzere iki şeritten oluşuyor. Belgrad’tan çıkarken yağmurlu olmasına rağmen bir iki saat sonra yağmur dindi ve güneş açtı. Biz de bu etrafı yoğun yeşilliklerle dolu harika dağ yolunun tadını çıkardık. Bu tura mayıs ayında çıktığımıza çok memnun olduk. Size de bu ayda Balkanları ziyaret etmenizi tavsiye ederiz.
Tur rehberimizin anlattığına göre 4.5 milyon nüfusu olan Bosna-Hersek’in %45’i Boşnak (müslüman), %35’i Sırp (ortodoks), %20’si de Hırvatlardan (katolik) oluşuyor. Bosna-Hersek dediğimiz ülke iki ana entitiden oluşuyor. Sırp Cumhuriyeti (Republika Sirpska) ve Boşnak-Hırvat Federasyonu. Rehber bahsetmedi ama Wikipedia’ya göre bir de %0.02’lik Brćko Bölgesi var. Burada adı geçen Sırp Cumhuriyeti, sabah ayrıldığımız ve başkenti Belgrad olan Sırbistan değil. Bosna-Hersek devleti iki entiti dışında 9 ayrı kantondan oluşuyor. Her bir kantonun kendi başkanı ve meclisi bulunuyor. Bunun dışında Boşnak-Hırvat Federasyonu’nun başkanı, başbakanı, bakanları bulunuyor. Keza Sırp Cumhuriyeti’nin de öyle. Bir de bunların hepsinin dışında Bosna-Hersek’in başkanı, bakanları, meclisi var. Uzun lafın kısası; rehberin söylediğine göre bu ülkede yönetenler, yönetilenlerden daha kalabalık!
Gelelim Saraybosna’ya; Sarayevo (ovadaki saray) olarak da bilinen bu güzel şehre girince sanki Kastamonu’ya gelmiş gibiydik. Ortak sahip olduğumuz kültür o kadar aşikar ortaya çıkıyor ki gözlerinize inanamazsınız. İçinden geçen güzel nehir ve üzerindeki köprüler, etrafındaki Osmanlı mimarisi evler, size burada misafir olmadığınız hissini uyandırıyor. İnşallah balkanlardaki kardeşlerimiz de Türkiye’de kendilerini evlerinde hissediyorlardır.
Saraybosna’ya girer girmez ilk gözünüze çarpan binalardan biri şimdi Milli Kütüphane olarak kullanılan ve dışardan bir saray yavrusu gibi görünen, enine turuncu cizgileri olan eski belediye binasıdır. Şehrin içinden geçen nehrin (Miljacka) hemen kenarında, Latin köprüsü diye bilinen bir başka Osmanlı yapısının yanıbaşındadır.
Şehrin en meşhur yeri tarihi Başçarşı‘dır. Osmanlı dokusunu hala koruyan bu çarşının sokaklarını dolaşırken hiç yabancılık hissetmezsiniz. Çarşıda pek çok börekçi, cevabi (köfte) yiyebileceğiniz restoranlar mevcut.
Çarşının girişindeki meydanda yine çok bilinen tarihi ahşap “Sebil” bulunuyor. 1753’de Mehmet Paşa tarafından yaptırılan ve yolcuların su ihtiyacını karşılayan bu güzel çeşme tam anlamıyla bir buluşma noktası. Herkes tarafından bilinen bir buluşma noktası da çarşının içerisinde var: “Tatlı köşe / Slatko Cose”.
Rehberimiz her zamanki hızlı adımlarıyla bize çarşıyı gezdirdi. Günümüzde Bosna-Hersek’in başkenti olan Saraybosna şehri Isa Bey tarafından 15. yüzyılda 1462 yılında kurulmuş. Sultan II. Bayezid Han’ın torunu Gazi Hüsrev Bey‘in sancak beyi olduğu 1521-1540 yılları arasında pek çok camii, mescid, medrese, çarşı inşa edilerek bugünkü haline getirilmiş.
Çarşı içerisinde Bursa Bezistanı diye bilinen tarihi bir yapıyı gezdik. Rehberimizin söylediğine göre Bursa ve Konya’da da bu yapının aynısı varmış. Namazlarımızı da hoparlörsüz ezan okunan Başçarşı Camii‘nde kıldık.
Saraybosna yemekleri
Bu yazıyı yazarken Ramazanda olduğumuz için fotoğraflara bakarken her ne kadar zorlansam da yutkuna yutkuna bahsetmeliyim ki Balkan gezimizde Saraybosna’da yediğimiz yemekler bütün seyahat boyunca yediklerimizin en iyisiydi.
Buradaki arkadaşımızla buluşmadan evvel Başçarşı’nın girişindeki restoranlardan birinde Boşnak böreği ve ayran yedik. Ayran için “yedik” dememde bir mahsur yok çünkü bardakda servis edilmesine rağmen oldukça yoğun bir ayrandı. Türkiye’de pekala süzme yoğurt diye satılabilir.
Sonra farklı sunumuyla ikram edilen Türk kahvesi ve ardıç suyunu denedik. Kahve cezvenin içerisinde geliyor ve kulpsuz fincana kendiniz koymanız gerekiyor. Tabi tepside bir parça lokum da mutlaka oluyor. Kahvenin yanında ikram edilen ardıç suyundan pek bir şey anlamadık. Alışkın olanlara mutlaka hoş geliyordur.
Eski dostla buluşmak
Balkanları, bilhassa Bosna-Hersek’i zaten kendi memleketimiz gibi dolaşıyorduk, Hiç yabancılık çekmiyorduk. Hele burada yaşayan bir ahbabımız, bir dostumuz olması bu hissi daha da kuvvetlendiriyordu. İstanbul’da aynı firmada bir süre çalıştığımız Bosnalı kardeşim Namık Nuhanovic’i aradım. Mesai sonrası buluştuk, hasret giderdik. Sebil’de boy boy fotoğraf çektirdik. Bizi unutamayacağımız bir ziyafete götürdü. Saraybosna’da et gayet uygun fiyata tüketilebiliyor. Üstelik çok lezzetli. Farklı farklı cevabilerden doyasıya yedik. Geçen sene tam da bu günlere denk gelen ziyaretimizde tabi ki henüz Ramazan değildi. Döndükten bir kaç gün sonra oruca başlamıştık.
Namık bizi güzel çay içebileceğimiz mekanlara da götürdü. Hatta orijinal, üç farklı sütten yapılmış Trileçe tatlısını da yemek nasip oldu. Türkiye’de severek tükettiğimiz bu tatlıyı sanmam ki gerçekten üç farklı sütten yapsınlar. Burada bile orijinalini bulmak zor oldu.
Burada yediğimiz bir diğer tatlı da “tufahiye” tatlısıydı. Adı gibi tuhaf bi tatlıydı 🙂 Elma tatlısının üzerine bolca krema koymuşlar. Buranın sevilen tatlılarındanmış..
Namık’ı bulmuşken, ondan bizi bir başka hemşerimize götürmesini istedik. Evet burada bir tanıdığımız daha vardı. Daha doğrusu bir tanıdığımızın akrabası. İstanbul’da Osmanlıca kursuna beraber gittiğimiz bir arkadaşımızın -aynı zamanda hemşerimiz de sayılır- kuzeni burda kafe açmıştı. Internetten adresini bulup yanına gittik. Emanet selamları sahibine ulaştırdık. Çok sevindi. Biz de sevindik.
Otelimiz gezip dolaştığımız yere yakın değildi. O nedenle tur rehberimiz belli bir saatte buluşup otobüsle otele gideceğimizi söylemişti. Biz Namık’la buluşacağımız için otobüsü boş verdik. Geç saatlere kadar Namık’la şehrin caddelerinde turladık. Aslında buraya ayrıca gelip en az bir hafta kalmak lazım. Bir sonraki Balkan ziyaretimizi sadece Bosna-Hersek’e yönelik yapmaya niyetimiz var.
Namık bizi otele bırakmadan önce Saraybosna’daki Yunus Emre Enstitüsü‘nün binasını gösterdi. Burası bizim Kitapi projemizi kullanıyor. Gündüz uğrayamadığımızdan, sonra buraya teslim etmesi için Namık’a içinde Kitapi’ye özel kitap ayraçlarının olduğu küçük bir paket bıraktık. Teslim edince bize de haber verdi sağolsun.
Güzel geçen bir gün ve gecenin ardından arkadaşımız bizi Hotel Exclusive‘e bıraktı. Yemekleri gibi kaldığımız otel de seyahat boyunca karşılaştığımızın en iyisiydi. Odamız geniş bir süit şeklindeydi. Ertesi gün yine erkenden yola çıkacağımız için kendimizi uykunun tatlı kollarına bıraktık.
Bir sonraki gün rotamız: Mostar
Ya çook beğendim. Masal gibi gerçekten. Fotoğraflar yeşillikler maşallah Harika gerçekten. Çocukluğumuzdan gelen bir Bosna sevgisi var bizim ailede. Onun içim ağzım açık okudum. İnşaallah bir gün gitmek nasip olur. Özellikle yemekleri en beğendiğim olur bence (etobur biri olarak) 🙂