Alternatif güzergahla mini rota: İstanbul-Çanakkale-Gönen-Bursa-Kocaeli-Gebze-İstanbul
Malum, yaz mevsimi olunca düğün sezonu da açılıyor. Biz de bundan nasibimizi aldık ve Şahika Hanım’ın iki ayrı kuzeninin beş gün arayla gerçekleşecek düğünlerine katılmak üzere daha ayağımızdaki Rize tozları silinmeden Balıkesir Gönen’e gitmek için hazırlandık.
Gönen’e genelde Bursa üzerinden ve bilhassa yeni yapılan Osmangazi köprüsü + otoban üzerinden gidiyorduk ama oraya gitmek için geçmek zorunda olduğumuz Gebze-Kocaeli bölgesini daha bir hafta önce gördüğümüz için güzergahı değiştirelim dedik.
Evimiz Ispartakule bölgesinde -yani neredeyse Edirne (!)- olduğu için Çanakkale üzerinden gitmek daha cazip geldi. Yazın gündüz gözüyle deniz kenarından gitmeyi TEM’e tercih ettik ve arabaya doluşup öğlen gibi yola çıktık.
Çanakkale’ye epeydir gitmediğimiz için orada başımıza gelecek vapur bekleme sekansını unutmuşuz. Saat kaçta vardır, kaç paradır hiç düşünmeden laylaylom giderek Gelibolu’ya vardık. Her defasında yaptığımız üzere burada medfun bulunan büyük evliyadan Ahmed Bicani ve Mehmed Bicani Hazretlerinin kabrini ziyaret ettik. Sonra iskeleye gittik.
Vapur ordan mı kalkıyordu, burdan mı girişi vardı derken yolu tutturduk. Tutturduk ama meğer devasa bir kuyruk varmış. Git babam git sonunu bulamadık. Bir yerde büyük bir aralık vardı. Hah burasıdır deyip döndük. Sıraya girdik. Zabıtanın biri gelip “burası kuyruğun sonu değil, daha ilerden gireceksiniz” demesin mi. Meğer orası kavşakmış, ondan boşluk olmuş. Hakikaten kuyruk en az bir o kadar daha ilerdeymiş. Neyse kuyruğu bulduk sıraya girdik. Yanyana iki şerit tamamen bu feribot girişi için ayrılmış. Tabelada biri Çardak, diğeri Lapseki yazıyordu ama manevra yapmak istediğimde tırcılardan biri “iki şerit de aynı yere gidiyor, boşuna debelenme” gibisinden bir şeyler söyledi. Ben de kıpırdamadım. Sonradan şeridimi değiştirip sağa geçtim ve iyi ki yapmışım. Zira bir süre sonra sol şeritin önüne bir kamyon çekip tıkamışlardı ve kavga çıkmak üzereydi.
Kuyruk gıdım gıdım ilerlerken arkada mızmızlanmaya başlayan ikizlerle Şahika Hanımı kurtarmak için onları dışarı çıkardım. Onlar bebek arabasıyla kuyruğu yaya olarak kat ederken ben de aracın içinde bekleye bekleye piştim 🙂 Yaklaşık 1 saat sonra iskeleye varabildik ve feribota bindik. Böylece evlatçıklar ilk kez feribota da binmiş oldular.
Çardak’a giden feribota binmişiz. 15-20 dakikalık aşırı rüzgarlı bir yolculuktan sonra tekrar arabalara doluşup karşı kıyıya indik.
Burdan Gönen’e fazla bir mesafe kalmamıştı zaten. Yine de bebekler olduğu için bazan küçük çaplı krizler yaşayıp durduk. Gündüz saatiyle olmasa da akşam başlangıcında Gönen’e vardık.
Düğünde Keşkek Yedik
Burada düğünleri uzun uzun anlatacak değilim. Zaten ben bir şey anlamadım. Bizimkiler gidip hoparlörün dibindeki bir masada oturdular. Ben de bebeleri arabaya doldurup gezdirdim. İki düğünü de bu şekilde geçirdim diyebilirim.
Ama keşkek’i anlatmak lazım. Kendisi Gönen ve civar bölgede çok meşhur bir düğün yemeğidir. Buğdaydan yapılır. Düğün günü, damat kuzenimizin annesinin evinin önünde verildi yemek. Biz maaile kalabalık olarak gittiğimizde çoktan kuyruk başlamıştı. Kocaman bir tencereden servis edilen keşkek, karton tabaklara kondu. Üzerinde de etli nohut. Ayrıca yanında bir dilim baklava da vardı. Sokakta hazırlanmış masalardan boş bulduğumuz birine oturup afiyetle yedik.
Meşhur Gönen Pikniği: Dereköy
Eskiden Gönen’de daha çok mangallı pikniğe giderdik. Her ziyaretimizde mutlaka giderdik hatta. Bir iki senedir kayınçomuzun yurt dışına çıkması, anneannemizin aramızdan ayrılmasıyla eski tat kalmadığından yapmıyorduk. Şimdi evlatçıkların hatırına tekrar başladık. Dedemiz sağolsun.
Gönen’de piknik yaptığımız dört beş mekan var. En son 3-4 ay evvel Ilıca’ya öylesine ayaküstü bir çay pikniğine gitmiştik. Bu kez sulak bir yer olsun dedik ve Dereköy’e gittik. Burası bir derenin kenarında, devasa çınar ağaçlarının gölgesinde dümdüz bir alan.
Kayınpederim çalı çırpı toplayıp mangalı hazırladı. Ben de yardım etmeye çalıştım ancak bizden evvelki piknikçiler bütün çalıları toplamış. Bize çırpılar kalmıştı. Neyse ki komşu piknikçimiz fazla odun toplamış bir kısmını getirip bize verdi. İşimizi fazlasıyla gördü.
Vaktiyle 10-12 sene kadar evvel kayınpederim burda bana araba sürme pratikleri yaptırırdı. Bu kez kendisi bizim arabayla (otomatik vites olduğundan) sürüş denemeleri yaptı. Eski günleri yad ettik 🙂 Fırsattan istifade Şahika Hanım da civarda bir iki tur atıp “ben sürüyorum ya” havalarına girdi 🙂 Ben de bir ara düldülü dereye soktum. At sırtında giden atalarımızdan gelen bir gen midir artık, araba da olsa insan suya sokup bir ferahlasın istiyor :)))
Lafı daha uzatmayayım, evlatçıklarla burada güzel bir gün geçirdik. Gönen’e yolunuz düşerse mutlaka Dereköy’de piknik yapın. Pişman olmazsınız.
Bu arada, dönmeden bir gün evvel yine bir pikniğe gitmeye kalktık. Bu kez çay pikniği idi. Komşulardan birinin Instagtam’da paylaştığı bir yeri bulmak için civar köylerden birinde bir orman yoluna daldık. Epey ilerleyip yolun artık yol olmaktan çıktığı bir noktaya kadar ilerledik ama oturacak güzel bir yer bulamadık. Ama harika orman yollarından gitmiş olduk. Sonunda çayımızı gelip şehrin içindeki eski hastanenin büyük bahçesinde yaptık. Burası da oldukça güzel bir mekandı.
Alternatif dönüş yolu: Uluabat Gölü üzerinden Bursa
Bu Kurban bayramında bazı ailevi sağlık nedenlerden dolayı ben yalnız dönmek zorunda kaldım. Hanım ve çocuklar Gönen’de kaldılar. Gözlerim dolu dolu onlara veda edip Bursa (Nilüfer) üzerinden İstanbul’a dönmek üzere yola çıktım. 10. ayına giren evlatçıklarla ilk kez 15 gün ayrı kalmak çok kötü bir duygu ve ben daha bu ayrılığın 2. günündeyim.
Belki bebeler kriz çıkartır da geri dönerim ihtimalini de düşünerek Bursa’daki kuzenimde kalacak, ertesi gün oradan İstanbul’a geçecektim. Gönen’den Bursa’ya gitmenin en makul yolu Bandırma-Karacabey güzergahıdır. Fakat daha evvel Manyas üzerinden de Karacabey’e gitmişliğimiz vardı. Bu yol daha seyirlidir diyerek Manyas’a saptım. Gerçekten de köy yollarının güzelliği duble yollarda yok maalesef. Virajlı yollardan seyirli seyirli gittim. Navigasyonum açık olduğu için Manyas bitip ana yola girince Karacabey’e sapacağım sanıyordum. Bir süre ilerleyince etrafımın hiç tanıdık gelmediğini farkettim. Navigasyona bakınca ne göreyim. Meğer Karacabey yolunda kaza olmuş, orası sıkışmış. Navigasyon da beni Uluabat gölünün güney tarafındaki bir yola sokmuş. Oh canıma minnet deyip geri dönmeden devam ettim. Haritada kocaman yeşil göründüğüne aldanıp “vay be! demek gölün güney kıyısında da duble yol varmış” diye düşünürken biraz sonra kendimi tek gidiş-geliş olan bir yolda buldum. Ama ne güzel bir yol: koca Uluabat gölüne neredeyse kuşbakışı bakıyordum.
Virajlı yolun ve manzaranın güzelliğine kendimi çok kaptırmadan dikkatli dikkatli ilerledim ve çok geçmeden Hasanağa beldesi içerisinden geçip kuzenimin ikamet ettiği yere vardım. Geceyi burda geçirip Kuzenimle sabahlara kadar Kitapi projemizle ilgili çalıştık.
Kocaeli’nde ahbaplara ziyaret
Bu sabah 12 gibi kuzenimgile veda edip İstanbul’a yola çıktım. Nedense İstanbul’a ayağım gitmiyordu. Ben de Osmangazi köprüsüne varmadan çıkıp yolu uzattıkça uzattım. Kocaeli’ndeki üniversite arkadaşlarımı ziyaret etmek istedim. Biri merkezdeydi. Uğrayıp bir çayını içtim. Çayı sevdiğimi bildiği için halasının vaktiyle Trabzon’da bana nasıl 2 demlik çayı zorla içirdiğine dair geleneksel geyiğimizi yaptık 🙂
Diğer arkadaşım Kocaeli Üniversitesi’nde çalışıyordu. Daha evvelden ziyaret etmiştim ama güzergahı tam bilemiyordum. Meğer Kocaelinin şehir merkezinden epey yukarıda, dağların içine kurulmuş kocaman bir alan. Burayı tırmanırken Kocaeli’nin ne kadar büyük ve yayılmış olduğunu da gördüm.
Kocaeli Üniversitesi kampüsü güzel bir alana kurulmuş ama çok geniş bir alan olduğu için -bir de yaz dönemi olduğundan- çok tenha geldi bana.
Arkadaşımla civarda hızlı bir tur attık. Kampüsün hemen yanında Kent Ormanı denen bir yürüyüş-piknik alanı vardı. Üstün körü buraya da göz attık.
Buraya gelirken “acaba İstanbul’a bu tepelerden gitmek için bir yol var mıdır?” diye düşünüyordum ki laf arasında buranın aslında eski İstanbul yolunun üzerinde olduğunu öğrendim. Fakat çok virajlı ve bozuk bir yol olduğundan kampüsteki eski tanıdığımız bir abimiz gitmemi tavsiye etmedi. Bu abimizle bundan 6 sene evvel beraber 13 km’lik doğa yürüyüşü yapmıştık. O geziye de göz atmanızı tavsiye ederim.
Uyarılara rağmen eski İstanbul yolundan gitmeye kararlıydım. Arkadaşıma veda edip bu yola girdim ancak bir süre sonra bir kavşak denk geldi. Navigasyonu da açmamıştım. Kavşağın ortasında çalışan bir görevliye eski İstanbul yolunu sordum. Doğru rotadaymışım ancak bu yola girmemem için bu arkadaş da ısrar edince bu kez dinledim. Çünkü Kuzey Marmara yolu çalışmaları nedeniyle bu yoldan sürekli inşaat kamyonları geçiyormuş. Virajlı yolları severim ancak kocaman inşaat kamyonlarını ve saçtıkları tozları hiç sevmem. Bu yoldan devam etmedim, ancak geri de dönmedim. Kavşaktaki diğer yolu sordum ve oradan da e-5’e inebileceğimi öğrendim.
Bu yola sapınca bir süre sonra kampüsün diğer kapısını gördüm. Yani dağın öbür ucundan aşağıya inen yoldaymışım. Buranın da manzarası çok güzeldi. Kocaeli’yi, körfezi ve Tem’in viyadüklerini burdan görmek mümkündü.
Yolun sonunda karışık bir mahalle arasına dalıp, dar sokaklarda biraz cebelleşsem de çabucak e5’i buldum. Ordan da kendimi Tem’e attım. Tam bastırıp İstanbul’a gidiyordum ki..
Köprüden önce son çıkış: GOSB Teknopark
Tem’de Şerkerpınar kavşağına yaklaşınca bu civarda çalıştığını hatırladığım bir başka üniversite arkadaşımı aradım. Bunu da epeydir görmemiştim. Bir daha fırsat olmaz diyerek şansımı denedim. Toplantıya girmek üzere olduğunu söyleyince nasip değilmiş deyip devam ettim ancak bir kaç dakika sonra geri aradı ve toplantının kısa sürebileceğini söyledi. Ben çoktan Şekerpınar çıkışını kaçırmıştım ama navigasyon 20 dakikaya geri dönebileceğimi söyleyince ilerden bir yerden çıktım ve gerisin geri döndüm. Gerçekten de 20 dk sonra Gebze Organize Sanayii Bölgesi’ne vardım. Arkadaşımı bulup hasbihal yaptık.
Ordan ayrıldığımda akşam olmak üzereydi. Çok şükür trafik de yoktu. Gönen’den ayrılırken Pazartesi günü öğleden sonra işte olurum diye niyetimde vardı ama maalesef 21.00 gibi İstanbul’a vardığım için ofis yalan oldu.
Şimdi bu yazı da bittiğine göre evlatçıkları özleyerek geçireceğim koca 13 gün beni bekliyor demektir.
Keşkek süper! Rota ayrı bir süper:)