Şamlar Tabiat Parkı ve çamlar içinde sapsarı yapraklı güzel bir ağaç
Cuma akşamı izlediğim yabancı vloglardan birinde -Amerika’da- insanların çok rahat bir şekilde doğa yürüyüşü, tırmanış yaptıklarını görünce benim de doğa yürüyüşü yapasım geldi. Size de oluyor mu? YouTube’da bir şey izlerken gecenin bir yarısı bile olsa ekranda insanlar yemek yiyorsa ben de acıkıyorum, güzel bir karavan yapıyorlarsa internette minibüs aramaya başlıyorum, harika bir bahçeleri varsa Sakarya’da bahçeli ev/arazi arıyorum. Üç – beş dakika sonra paramın olmadığını hatırlayıp önce para kazanmam gerektiği gerçekliğine ulaşıyorum. İşte bu anlardan birinde bu kez canım doğa yürüyüşü yapmak çekti. Neden biz arabayla/otobüsle yarım saat mesafeye gidip bir doğa yürüyüşü yapamıyor, bir dereden geçip ağaçların içerisinde kaybolamıyoruz. Yani bunu neden İstanbul’da yapamıyoruz demek istiyorum. Yoksa mesela Kocaeli’de harika parkurlar var, biliyorum. Çünkü 9 sene önce üniversiteden iki arkadaşımla 13 km’lik harika bir doğa yürüyüşü yapmıştık. O gezi gibi bir geziyi -ailemle- bir daha yapabilmeyi çok isterdim. Yıllardır nasip olmadı.
Hasılı; nasıl ki ekranda lezzetli yemekleri görünce mutfaktan pratik çorba alıp içiyorsam -yani beynimi bu şekilde kandırıyorsam- bu doğa yürüşü iştahımı da ona yakın bir şeyle kapatabilmek yeterlidir diye düşündüm. Tabi önce doğa yürüyüşü parkurlarına baktım. İstanbul’da düşündüğüm manada bir parkur bulamadım. Gerçi Polenezköy’de güzel bir yer var diye okudum. Hatta hanıma da buraya gidelim diye söyledim. Fakat cumartesi günü çok yağınca Pazar da öyle olur diye düşünüp gezi fikrinden tamamen vazgeçtik.
Şansımıza Pazar günü gayet güneşliydi. Kışın günler kısa, biz de pek erken kalkan tipler değiliz. O yüzden kahvaltıyı yapıp kendimize gelmek saat 13:00, 14:00’ü buluyor. Evden çıkmaya kalkmak da haliyle 15:00 demek oluyor. Bu gün kahvaltı sırasında güneşin sarı ışıklarını görünce -acaba- dedik. Telefonumuzdan yakın yerlere şöyle bir daha baktık. Şamlar Tabiat Parkı diye bir yer gördük. Bize de gerçekten baya yakındı: 24 km.
Kahvaltıdan sonra bizim çocukların oynamak için bilgisayardan çıktı almamı istediği bazı şeyleri hazırlarken çoktan üşenme moduna geçmiştim bile. Onları kes yapıştır derken saat üçü bulacaktı. Ondan sonra nereye gidecektik. Ama sağolsun bu kez bizim hanımın gayretiyle üstümüzü başımızı giyip kendimizi evden dışarı atabildik. Genelde bunu ben yapardım. İyi ki bu kez Şahika Hanım ısrar etti.
Arabaya doluşup Şamlar Tabiat Parkı’nın yolunu tuttuk. Bize 6-7 km mesafedeki Olimpiyat Stadı’nın yanındaki yoldan ilerleyip Arnavutköy yoluna döndük. Biraz ilerleyip o yoldan da ayrılıp Şamlar tabelasını takip ettik. Çok gitmeden hemen büyük bir mezarlığın karşısındaki girişi farkettik. Burası parkın 5. kapısı idi. Girişteki görevli sadece mangal veya samaverimiz olup olmadığını sordu. Öyle bir hazırlığımız olmadığı için bizi buyur etti. Hemen 100 m ilerde otoparka aracımızı park ettik. Herhangi bir para istenmedi. Arabayla parkın daha içlerine girmek teknik olarak mümkün, asfalt yollar var ancak otoparktan sonrasına araçlar giremesin diye basit bir barikat konmuştu. Biz de zaten yürüyüş yapmaya gelmiştik, yürüyerek gezebileceğimiz yerleri dolaşırız, bütün parkı daha uzun ve sıcak bir günde keşfederiz diye düşündük. Öyle de yaptık.
200-300 m ilerleyip sıcak, güneş alan bir yer bulmaya çalıştık. Çünkü hava 12 dereceydi ve gölgeler nispeten daha soğuktu. Parkın içinde onlarca -belki de yüzlerce- piknik masası vardı. Hatta kalabalık organizasyonlarda kullanılabilecek şekilde yan yana 5-6 masa birleştirilmiş halde olanlar da vardı. Bunları aklımızın bir köşesine kaydedip devam ettik. Küçük bir rampanın sonunda güzel, geniş ve güneşli bir yer vardı. Aşağıdan gelince sanki burası bir seyir terasıymış da ordan denize bakılıyormuş gibi hissettik -ki orası zaten bir seyir terasıydı- ancak ormanın ortasında tabi ki deniz yoktu. Bu çıktığımız yer nisbeten daha yüksekte kaldığı için ormanın içlerine doğru bakan bir yerdeydi ve etrafı ahşap korkuluklarla çevrilmiş, içinde piknik masaları olan set halinde iki büyük düzlüğü vardı. Korkuluklar baya sallanıyordu. Düzgün monte edilmemiş ya da yağmurlardan hasar görmüş olabilirler. Masalardan sol köşedeki talihimize boştu. Hemen oraya yerleştik.
Şahika Hanım iki küçük termosda güzel kahveler hazırlamıştı. Ömer ve Faruk beyler için muzlu süt vardı. Aldığımız kuruyemiş ve kuruvasanlarla küçük bir mola verdik. Sonrasında Şahika Hanım’ın marketten aldığı çikolataların ambalajlarındaki “Sence Ben” yarışma sorularını birbirimize yöneltmek üzere iki takım olduk. Ömer bana yardım etti. Faruk da Şahika Hanıma. Belki Şahika Hanım bunu kendi kanalında ya da Instagram’da yayınlar, bilemiyorum. Eğlenceliydi. Sorular çikolata ambalajlarının üzerine değil de bütün paketin üzerine ve daha çok yazılsaydı daha da çok eğlenebilirdik. Ömer Efendi her sorduğumuz soruyu yemeğe kalktı 🙂 Bir kaç çikolatayı zar zor kurtarabildik.
Bulunduğumuz yerine hemen yanında bisiklet ve koşu parkuru diye özel bir giriş vardı. Buradan girip biraz dolaşalım dedik. Hafif bir rampa aşağı doğru dümdüz iniyor ilerde sağa dönüyordu. Yol asfalttı ama etrafındaki yeşilliklerle arasında keskin bir hat yoktu. Pütürlü asfalt yeşilliklerin girintileriyle hem bisiklet hem yürüyüş hem de koşu için gayet güzel görünüyordu. Daha yolun başındayken ilerde güneşin kırıntılarıyla parlayan sapsarı bir ağaç gördüm. Kocaman yapraklarıyla bu çam ormanının içerisinde, yolun kenarında sapsarı parıldıyordu. Heyecanla Şahika Hanıma seslendim. O da gördü ve çok sevindi. Bir iki adım atmıştık ki ağaç daha solgun görünmeye başladı. Sonra gözümüzün önünde o sapsarı, büyük yapraklı ağaç bildiğin yeşil, iğne yapraklı bir çam ağacına döndü. Meğer güneş ışıkları bize oyun oynamış. Arkadaş bu nasıl bir oyun? Bildiğin iğne yapraklı yemyeşil çamı biz nasıl büyük sapsarı yapraklı bir ağaç olarak gördük. Şaşkınlığımız hayal kırıklığımızı örttü. Kendimi biraz zorladım yalan da olsa o görüntüyü tekrar yakalayabilmek için ama nafile.
Hava giderek soğuduğu ve artık akşam yaklaştığı için bizim sarı yapraklı(!) ağacın önünden bir 100 m kadar daha ilerleyip geri döndük. Biz otoparka vardığımızda hala yeni gelenler oluyordu. Otopark da epey dolmuştu. 50’den fazla araba vardı herhalde. Arabamıza binip baharda veya yazın, sıcak günlerde burayı yeniden ve daha uzun soluklu görmeyi kararlaştırarak parktan ayrıldık.