Isınma Turları: Fethi Paşa Korusu ve Çınaraltı
Gezmeyi çok seviyoruz ama arabamızı sattığımız için kışın bir yere gidemedik. Haliyle blogumuz bir kaç ay sessiz kaldı. Bahar da sağolsun nazlandıkça nazlandı, bir türlü havalar ısınmadı. Laleleri doya doya seyredemeden yağmurlar hepsini götürdü. Neyse ki mayısın ortasından itibaren havalar iyice güzelleşti. Biz de ısınma turlarına başladık. Geçen hafta sürekli ertelediğimiz Fethi Paşa Korusu ziyaretimizi gerçekleştirdik.
Evimiz önceden Beylikdüzü’ndeydi, şubat ayında Merter’e taşındık. Artık arabamız olmasa da -ki yakında tekrar olacak inşallah- gezmemiz daha kolay ve ekonomik oldu. Çünkü hem metrobüs, hem metro, hem de tramway hattı duraklarının kesiştiği yerde oturuyoruz. Geçen pazar günü aynı bugün gibi hava çok güzeldi. Fethi Paşa Korusu’na varana kadar yolculuk kısmı da güzel geçsin diye tramvayı tercih ettik. Diğerlerine nazaran en seyirli o gidiyor çünkü. Topkapı, Millet Caddesi, Aksaray, Sultanahmet, Gülhane, Sirkeci derken Haliç’in de üstünden geçip Kabataş son durağa kadar tıpış tıpış gittik.
Kabataş’dan Üsküdar motorlarına bindik. Fotoğrafını çekemedik ama boğazın ortasında kocaman bir yabancı gemi 10-15 m kadar yakınımızdan geçti. Dalgası bizi baya salladı. Yanımızda oturan turistler gemiyle baya alakadar oldular. Hemşehrileriydi belki de.
Üsküdar’a inince sahildeki parklardan yürüye yürüye koruya kadar gittik. Yolda diğer binaların arasında kendini belli eden harika beyaz ahşap bir eve rastladık. Bizi fotoğraf çekerken gören bir kaç teyze de evin güzelliğini görünce hayrete düştüler :). Fethi Paşa Korusu’na dört beş sene önce üniversiteden arkadaşlarıma gitmiştim ama bu kadar büyük bir yer olduğunu farkedecek kadar gezememiştim. Bu kez eşimle altını üstüne getirdik 🙂 Tabi bunun için önce karnımızı doyurduk, enerji topladık. Çünkü zorlu bir yürüyüş olacaktı. Fakat hem pazar günü hem de havanın sıcak olması yüzünden ziyaretçilerin sayısını dörde beşe katlamıştı sanırım. Korudaki sosyal tesisde bütün masalar doluydu. Yiyeceklerin satıldığı alanda uzun bir kuyruk oluşmuştu. Biz yemeği manzaraları yerde yeme fikrinden vazgeçip tesisin içinde zar zor bir masa bulduk. Yemeğimizi yeyip korunun içlerine doğru tura başladık.
Burası tam hayallerini kurduğum kendimi çimlerine yuvarlamak istediğim yerlerden biriydi. Doğal yeşilliği çok seviyorum. Rize’nin dağlarından gelen biri için İstanbul’un yol kenarlarındaki yeşil alanlarıyla yetinmek çok zor. En azından beni için öyle. İnişli çıkışlı doğal yeşil alanlar (bizim tabirimizle komalar) görünce dayanamıyorum. Fethi Paşa Korusu da tam anlamıyla doğal. İçinden araba yolu da geçiyor tabi ki, ama biz daha çok patika yolları tercih ettik.
iPhone’daki Photosynth uygulaması sayesinde biraz amatörce de olsa kolaylıkla 360 derece fotoğraflar çekebiliyoruz. Böylece gezdiğimiz yerleri size daha iyi gösterebileceğiz. Bu gezimizde de bir iki deneme yaptık.
Çekim yaparken insanlar dolaştığı için komik görüntüler ortaya çıkabiliyor malesef. Aşağıda yarısı olmayan hayalet bir adam bunlardan biri mesela 🙂
Korunun en yukarısında başka bir tesis vardı. Bahçesinde inşaat olduğundan orası pek hoşumuza gitmedi. Dolaşmayı tercih ettik. Aslında korunun tam ortasındaydık, boğaz arkanızdayken sağ tarafta (Üsküdara doğru) ve sol tarafta (Kuzguncuk’a doğru) gidilecek çok yer vardı. Korudan sonra Kuzguncuk’u dolaşmak istediğimizden tepeden sola doğru dolaşmayı tercih ettik. İnsanlar öbek öbek çimlerin üzerine uzanmıştı. Kimisi piknik yapıyor kimisi elele kolkola oturuyordu. Sık sık “hüoop! burası 25 T mi arkadaş?” diye kendimiz duyacak şekilde laf attık 😀 Sonra biz de harika bir patikanin kenarında çimlerle buluştuk.
Koru, her açıdan mükemmel bir manzaraya sahip. Hemen her yerden boğazı, Boğaziçi Köprüsünü görmek mümkün. İstanbul’un içinde böyle bir yer kaldığı için çok şanslıyız. Ama insanımız malesef kıymet bilmiyor. En azından bazıları. Korunun içinde çokfazla olmasa da çöpler, çekirdek kabukları vs vardı. Hadi çekirdek kabukları doğal, bir iki yağmur sonrasında ortadan kayboluverir, toprağa karışır ama poşetler ve su şişeleri öyle değil. Keşke biraz daha duyarlı olsak. Çöpü yere atmak nasıl bir beynin ürettiği fikirdir anlamış değilim.
Neyse moral bozmak yok 🙂 Gelecek nesiller inşallah daha temiz olacak diye ümit ediyoruz. Tepeden aşağıya doğru indikçe asfaltın hemen üstünde başka bir çay bahçesine rastladık ve bize oldukça tanıdık geldi. Geçen sene ya da daha önce bir arkadaşımızın düğününe gelmiştik, hava deli gibi yağmasına rağmen hanım illa gezelim diye tutturmuştu. Arabamız biraz nazlı olduğundan yağmurlu havaları sevmiyordu. Onu bir yere park edip o sağanağın altında bu çay bahçesine gelmiştik :))) Meğer koruya gelmişiz de haberimiz yokmuş o zamanlar.
İşte bu çaybahçesinden aşağı asfalta inince gezimizin büyük kısmı tamamlanmış oldu. Sonra yürüyerek Kuzguncuk’a vardık. Ekmek Teknesi dizisinin çekildiği sokaktan sezonun ilk dondurmasını aldık. Sonra otobüse atlayıp Çengelköy’e Çınaraltı kahvesini bulmaya gittik.
Çınaraltı Kahvesini elimizle koymuş gibi kolayca bulduk. Boğazın kenarındaki bu şirin mekan çok hoşumuza gitti. Ama kalabalıktan yer bulmak ne mümkün! Birileri kalkınca ortalardaki masalardan birini kapıverdik. Sonra başkaları kalkınca onların yerine geçtik. Bir kaç masa böylece ilerledik 🙂 Tam denizin kenarına varamadık ama 🙂 Burda güneşin batışına kadar oturduk. Böyle boğazın kenarındayken insan İstanbul’da yaşadığını anlıyor.
Hava karardıkdan sonra yavaş yavaş evimize doğru yola koyulduk. Dönüşte aynı güzergahı takip etmedik. Bu kez vapurla Kabataş’a değil Eminönü’ye geçtik. Balık ekmeklerimizi afiyetle yedik :))) Gerçi daha çok ekmek yemiş gibi olduk. Adamlar azıcık özenseler, ekmeği ince tutsalar çok daha güzel olacak. Karnımızı da doyurdukdan sonra tramvaya atlayıp evimizin yolunu tuttuk.
Harika bir pazar günüydü. Bu pazar ise ancak bunları yazabilecek fırsat bulabildik. Hava güzel olmasına rağmen dışarı çıkamadık. Ama önümüzdeki haftasonu taa aylar öncesinden ayarladığımız özel bir ada gezisi bizi bekliyor 🙂