İkizlerle 1300 km Baba-Oğul yol macerası yaptık
İki ay sonra 6 yaşına girecek olan ikizlerimizle Rize’den Balıkesir Gönen’e 1300 km ve toplam 3 gece 4 gün süren bir yol macerası yaptım, anneleri yanımızda olmadan. Tabi bunun bir de İstanbul’dan Rize’ye kadar olan kısmı var. Önce orayı kısaca anlatayım.
Ağustos’un ilk haftası annemi ve ablamı Rize’ye akrabalarımızın yanına getirecektim. Eşim Gönen’deki annesine boya badana işleri sonrasında genel temizlik için yardıma gidecekti. Biz de Rize’ye onsuz gitmek durumunda kaldık.
Biz yola çıktığımızda bir kuzenimiz de ailesi ile beraber Rize’den çıkmış Bursa’ya evine dönüyordu. Tosya’da buluştuk. Çocuklar 1-2 saat de olsa birbirine kavuşup güzel vakit geçirdi. İşten eve giderken bile mola verip uyuyan biri olarak uzun yolda tabi ki 2-3 kere mola verip uyumam gerekti. O nedenle başkalarının 14-15 saatte aldığı yolu ben 20 saatte aldım. İstanbul’dan sabah namazında çıkmamıza rağmen gece 2 gibi Rize’ye varabildik.
Rize’de arabadan inince sanki bir saunaya girmiş gibi olduk. Ağustos ayı herhalde hiç bu kadar basık ve nemli olmamıştı. Sanki yağmur ormanlarının içerisinde gibiydik. Etraftan kapibara hayvanları çıksa hiç şaşırmayacaktım. Tam onlara göre bir ortamdı. İstanbul’da bir kere görmüştüm. Bulundukları yerde nefes almak imkansız gibiydi. Rize de tam öyle olmuştu. Neyse ki 3-4 gün sonra bu nem biraz azaldı.
Rize’de ilk günlerimiz hastanede geçti. Annemin sağlık raporu işi vardı. Onu kovaladık. Yine de fırsat bulup köye çıkmak, annemin dayısının evinde güzel bir köy kahvaltısı yapmak, İkizdere’de arkadaşımın yayla köyünde güzel bir gezi yapmak, anneannemin, babamın ve arkadaşımın kabrini ziyaret etmek nasip oldu. Çocuklar ilk kez sinemaya gittiler: Bulmaca Kulesi 2. Ben bol bol Ziraat Çay Bahçesi’nde buluşmalar yaptım. Rize’ye her gittiğimde uğramayı adet edindiğim sevdiklerimin hemen hepsine gidebildim. Sadece uzun bir süredir Vito’yu götürmek istediğim YouTube’dan tanıdığım Mercedes ustasına gidemedim. Zaten Vito bende değildi. Son dakikaya kadar yolculuğu onla planlamıştık ama Vito bizden önce Giresun’a gitti. Bir arkadaşım kiraladı.
Rize’de 2.5 hafta kalınca evdeki İnternet bozuldu. Bir türlü düzeltmediler. Ben de izinde filan değildim. Gündüz çalışan biri olarak internet olmayınca işlerim aksamaya başladı. Hem ondan, hem de artık sıkılmaya başladığımdan ufak ufak dönüş yoluna girmeye karar verdim. Niyetim 3-4 yere uğrayıp gece kalarak çocuklarla yalnız yapacağım seyahatimi küçük parçalara bölmekti. Böylece çocuklar uzun araba yolculuğunda perişan olup hem kendilerini hem de beni üzmeyecekti. Tam da planladığımız gibi oldu çok şükür.
İlk Durak: Giresun
Giresun’da sevdiğimiz bir arkadaşımızın köyüne uğradık. Hani yukarıda bahsettiğim, Vito’yu kiralayan arkadaşımın köyü. Bu kısa yolculuk 2.5 saat sürdü. Arkadaşımın evi fındık bahçelerinin içerisindeydi. Bir kaç sene önce kendi yaptırmıştı. Dışardan bakınca küçük gibi duran ama oldukça geniş bir evdi. Büyük bir bahçesi vardı. Topladıkları fındıklar buraya serilmiş kurumayı bekliyordu. Hemen yakınlarında çay bahçesi bile vardı. Tabi bilmeyenler için söyleyeyim, bir Rizeli çay bahçesi diyorsa çay içilen yeri değil, çay bitkisinin olduğu yeri kastediyordur. Tarla diyemeyiz çünkü her yıl ekilen bir şey değil. Herhalde fındık için fındıklık diyorlardır. Biz de çaylık diyoruz. İşte Rize’den bu kadar uzak bir yerde de çaylık görmek bana ilginç geldi.
İkinci Durak: Ordu Ulubey
Giresun’da biraz vakit geçirdikten sonra tekrar yola koyulduk. Bu kez hedefimiz Ordu Ulubey idi. Burada üniversitede üst sınıftan bir arkadaşım oturuyordu. Vaktiyle talebeyken bir haftamı burada geçirip beraber onun bitirme tezi için bir fabrikayı ziyaret edip çalışmıştık. Hem o günleri yad etmek hem de uzun süredir görmediğim ailesini ikizlerle ziyaret etmek çok iyi oldu. Tabi sevgili babası artık aramızda yoktu. Mekanı cennet olsun. Bu arkadaşımın da biri bizimkilerle aynı yaşta iki çocuğu vardı. Hemen kaynaştılar. Hele büyük olan abla tam bir çete başıydı. Dördü birden iyi eğlendiler.
Ulubey’de gece kalacağımız için dolu dolu geçirelim dediler. Önce hemen yukarıdaki seyir terasına bizi götürdüler. Bütün Ulubey’e tepeden görebildiğiniz harika bir yer. Çelik yapının üstünde camdan yapılmış olması biraz yürekleri hoplatıyordu ama yine de güzeldi. Çocuklar platformun üstünde hoplayıp zıplıyor bizi korkutuyordu. Arkadaşım, onun abisi ve ben camlara değil de platformun iskeletinin olduğu yerlere basmaya dikkat ediyorduk.
Yemekten sonra Ordu merkeze, teleferik binmeye gittik. Ordu’dan Boztepe’ye çıkan uzuun bir teleferik hattı var. Yıllar önce sanırım gelip geçerken mola verip buraya gitmiştik. ama rahat 10-15 senesi vardı. Bu sefer ikizler ve arkadaşımın çocukları için ilk olacaktı. Hepsi çok heyecanlıydılar. Biraz sahilde yürüyüp Ordu’nun meşhur dondurmacılarından birinde soluğu aldık. Dondurmaları afiyetle mideye indirdikten sonra teleferiğe geldik. Sıra yoktu. Teleferiğe doluşunca çocuklar tabi çok eğlendi. Büyükler biraz tedirgindi ama neyse ki teleferiğin tabanı eskisi gibi cam değil, üstü kaplanmıştı. Aşağıyı görmek arkadaşımı ve abisini daha çok tedirgin ediyordu. Boztepe’de biraz dolandık, fotoğraflar çektik. Vakit epey geç olduğu için gerisin geri döndük evin yolunu tuttuk.
Üçüncü Durak: Kastamonu
Ertesi gün kahvaltıdan sonra biraz daha oyalandık. Samsun’da mola verip Rize’de görüşemediğim bir arkadaşıma uğrayacaktım ama mesajlarımı geç gördüğü için nasip olmadı. Yine de Samsun’da durdum tabi. Yolculukta molasız 3 saati geçmedim hiç. Samsun’u geçip Sinop’a doğru devam ettim. Sinop’a gelmeden Kastamonu’ya doğru saptım. Bu yolu daha önce dönüş olarak kullandığım olmuştu. Çok sevmiştim. Deniz kenarında uzun uzun gitmek çok hoşuma gidiyordu. Batıya doğru giderken daha da güzel oldu hatta. Toplam 6 saat sürebilecek bir yolu ben molalarla 7-8 saatte aldım sanırım. Kastamonu’da yine üniversiteden arkadaşımın evine vardık. Bu evi koronadan hemen önce almışlardı. Daha hanımla güle güle oturun ziyareti yapamamıştık. O nedenle bizim bu ziyareti saymasınlar diyerek geceyi orada geçirdik. Evsahibemiz çocukları sitenin parkında uzun uzun eğlendirdi. Ben de üniversite arkadaşımla bol bol sohbet etme fırsatı buldum. Daha sonra arkadaşımla aynı sitede oturan ablaları da geldi. Güzel, keyifli bir akşam geçirdik.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra ev sahiplerinin bir cenazeye gitmesi gerekiyordu. Biz de onlarla beraber çıktık. Çocuklar akşam sitenin parkında çok fazla vakit geçiremediği için biraz daha oyalanmak istediler. Parkta çok güzel kediler vardı. Onlarla oynadılar. Ben de bilgisayarımı açıp bazı ufak tefek işlerimi hallettim.
Kastamonu’ya gelmişken mübarek Şaban-ı Veli Hazretlerini ziyaret etmemek olmazdı. Çocukları buraya getirdim. Türbeyi ziyaret ettik, dışarda su kuyruğunda beklerken arı geldi. Çocuklar hemen panik oldular. Zaten bu Rize seyahatinde canımızı sıkan tek şey bu arı-sinek (sonradan kelebek de eklendi) korkusu oldu. Maalesef bu saydıklarımdan birini gördüklerinde ikisi de panik olup çıldırıyorlar. Deli gibi etrafta koşturup tekme atıyorlar. Bir türlü bu korkularını yenemedik.
Türbe ziyaretinden sonra çıkmadan Kastamonu’nun içinden geçen derenin orda da bir fotoğraf çekinelim istedim. Orda da maalesef arı geldi. Çocuklar boş bulunup deli gibi yola atlayacak oldu. O sırada video çekiyordum. Çocukları durdurmak için o kadar çok bağırdım ki boğazım 2-3 saat ağırdı. Neyse ki bir şey olmadı. Yola inmediler. Zar zor fotoğrafı çekip (o kadar uğraşmışım, çekmez miyim) arabaya bindirdim.
Dördüncü Durak: Bolu, Hayrettin Tokadi Hazretleri
Kastamonu’dan sonraki durağımız Rize’ye giderken uğrayamadığımız Hayrettin Tokadi Hazretleri’nin kabri oldu. Bu mübarek din büyüğümüz yukarıda bahsettiğimiz Şaban-ı Veli Hazretlerinin de hocasıdır. Çok şükür iki büyük evliyayı da ziyaret etmek, kabri başlarında onları vesile edip dua etmek nasip oldu.
Hayrettin Tokadi Hazretleri’nin kabrinin olduğu alan uzun yıllardır eskisi gibi değil maalesef. Önceden Edeb Ya Hu yazılı levhanın ordan girince ormanlık arazinin içerisinde sadece kabirler ve eski camii vardı. Camii yeniden yapılmak üzere zaten yıkılmıştı. İnşaat devam ediyor ama son geldiğimden bu yana bir gelişme görmedim. Cami sanırım ahşap olacak. Öte yandan alanın büyük bir kısmında gecici bir mescit kurulmuş. İnsanlar ibadetlerini orada yapıyor. Ahşap bir yapı olduğu için ilerde gerçek mescit yapılınca belki kaldırırlar. Bundan başka büyük bir çadır var. Bir de yukarıda aşevi var. Ortalık çok kalabalık. Burası önceden sadece kabir ziyareti yapılan bir yerdi. Şimdi bir nevi mesire alanı, piknik alanı gibi kullanılıyor maalesef.
Bolu’dan sonra Sakarya Kuzuluk’ta bir büyüğümüzü ziyaret edecektik ama maalesef o gün orda değillermiş. O nedenle Kuzuluk’a değil Gölcük’e rotayı çevirdik. Burada da üniversiteden bir arkadaşım vardı. Çocuklar Bursa’ya ve oradaki kuzenzadelere odaklandığı için Gölcük’e biraz zor ikna oldular (arabada bilgisayarı açıp oyun oynamalarına izin verdim) yine de uğrayabildik. Şansımıza buradaki arkadaşları maalesef evde yoktu. Yoksa onları bırakıp Bursa’ya zor giderdik zaten. Geçen sefer çok oyalanmıştık. Bursaya gece varmıştık. Bu kez arkadaşıma beş on dakika uğrayıp çocukların ihtiyaçlarını giderir gidermez yola geri döndük.
Beşinci Durak: Bursa, Nilüfer
Rize’ye giderken Tosya’da buluştuğumuz kuzenlerimiz Bursa Nilüfer’de oturuyor. Gönen’e her gidişimizde olmasa da pek çoğunda buraya uğramaya çalışıyoruz. Burada biri bizimkilerden biraz küçük, diğeri biraz büyük iki kuzenzademiz var. Çocuklar bunlarla oynamayı dört gözle bekliyordu. Fakat istedikleri gibi oynayamadılar maalesef. Çünkü bizimkiler hastalandı.
Önce Ömer su koyverdi. Yoldan ve uyku saatinin gelmesindendir sandım ama ateşi 38.5 olmuştu. Hiç hali yoktu. Zar zor bir şeyler yedirip yatırdım. Faruk hiç bir şeyi yokmuş gibi fıldır fıldır geziniyordu. Meğer onun ateşi daha yüksekmiş: 39
İkisine de ateş düşürücü verdik. Sabaha kadar kontrol ettim, çok şükür anormal bir durum yaşanmadı. Ömer de Faruk da sabah toparladı. Ama asıl sıkıntı sonra başladı. Meğer bizimkiler ta Rize’den bir hastalık kapmışlar. Orda pek çok akraba çocuklarıyla oynamışlardı. Onlar da haliyle başka çocuklarla… Rize’ye gitmeden önce salgın var diye duymuştuk, içtikleri suya vs dikkat ediyorduk. Ama bu uyarı Rota virüsü içindi. Bizimkilere ise “el-ayak hastalığı” denen bir şey bulaştı maalesef. Bilhassa Faruk’un sinek ısırığı sandığımız çenesindeki yara çoğaldı başka yaraları açıldı. Elleri ayakları benek benek oldu. Ömer’de başlarda hiç bir emare yoktu. Ömer’de bir şey yok sanıyordum ama bugün onda da olduğunu gördüm. İkisi de bugün Gönen’de doktora gittiler. 8-10 güne geçecek inşallah. Bazı ilaçlar verdiler.
Bursa’dayken bu yaralar oluşmadığından ateşi klimadan sanıp normal devam ettik. Akşama doğru bir pikniğe gittik. Orda da arı krizi çıktı maalesef. Kuzenimin eşi binbir zahmetle sofra kurup yemekleri çıkarmıştı ki 4 çocuk 2-3 saniye içerisinde arı yüzünden ortalığı birbirine kattı. Biri ayranı devirdi, diğeri soğuk çayı boca etti. Biri piknik masasında oturduğu yerden düştü derken tam bir kaostu ve hepsi bir anda oldu. Hangisine yetişeceğimizi şaşırdık. Neyse ki kuzenim yanında çadır getirmişti. Çocukları onun içine tıktık da biraz rahatladık.
Akşam olunca 2 saat mesafedeki son durağımıza doğru yola çıktık.
Son Durak: Gönen
Bursa’dan geç çıktığımız için seyahatimizin son kısmını gece geçtik ama Karacabey’e kadar otobandan gittim, hızlı hızlı geçtik. Çocuklar da uyudu. Sonrasında Bandırma ve ordan Gönen derken sorunsuz bir şekilde eve vardık. Burda anneleri 3 haftadır onları bekliyordu. Faruk tuvalet nedeniyle uyanmıştı ama Ömer derin uykudaydı. Onları eve bırakıp nöbetçi eczaneden ateş düşürücü almaya gittim. Ertesi gün ikisinin de keyfi yerindeydi ama bilhassa Faruk’ta kızarıklıklar baya artmıştı. Ayrıca Faruk’un bir dışı yerinden çıktı. Onu da söylemeden geçmeyeyim. Aslında dişinin düşmesini çok istiyordu. Sırf onun için meyve filan yiyordu. Olacak iş ya, su içerken düşmüş 🙂 Yenisi çıkmayacak sanıp çok ağladı. Neyse ki sonra düzeldi. Bugün bana “sen doğru diyormuşsun, bugün yemek yerken hiç acımadı dişim” diyordu 🙂
Faruk’u ikinci gece ateş ve kızarıklık için acile götürmüştük. Doktor ateş için bazı ilaçlar verip benekler için çocuk doktoruna gitmemizi söylemişti. Bugün anneleri ikisini de götürdü. Maalesef el-ayak hastalığı imiş ve salgınmış. Gönen’de de çok vaka varmış. Gerisin geri bütün uğradığımız yerleri aradım. Giresunda minik bir bebek vardı. Çok şükür ona bir şey olmamış. Hiç dokunmamışlardı zaten. Ama ordudakilerin ikisi de hastalanmıştı. Birinde ateş, diğerinde kızarıklık olmuş. Bursa’dakilerden de sadece büyük oğlanda biraz problem olmuş. Kızarıklık yokmuş.
Gönen’de fazla kalmadık. Dedemizin (yani kayınpederim Hüsref Tabak’ın) kabrini ziyaret ettik. Onun eski dükkanına daha doğrusu yazıhanesine uğradık. Eski masası hala bomboştu. 30 yıllık mesai arkadaşı Ahmet Abi ofisi boyatıp ufak tefek dekorasyonlar yaptıysa da Hüsref Abi’sinin masasına, koltuğuna ellemeye kıyamadı.
Böylece bu bir macerayı bitirmiş olduk. İnşallah biraz daha büyüdüklerinde daha güzel başka maceralarımız da olur.
One thought on “İkizlerle 1300 km Baba-Oğul yol macerası yaptık”