Covid öncesi son çıkış: Karaburun (video)
Ramazanın ortasındayız ve maalesef 2 yıldır süren covid hiç hızını kesmediği için bayram sonuna kadar (18 gün) tam kapanmaya geçme kararı alındı. Bugün kapanma öncesi son serbest gündü ve bu hafta evdeki bazı işler nedeniyle diğer günler dışarı çıkamamıştık. Biz de bugün ne yapıp edip dışarı çıkmaya niyetlendik. Bizim hanım ramazan halsizliği nedeniyle pek hevesli değildi ama onu da ikna ettik. Birlikte Karaburun’a gittik. Birlikte çok güzel bir gün geçirip enerji depoladık.
Sabah kahvaltı derdimiz olmadığından erkenden çıkabilirdik ama bu hafta bitmeyen işlerimizin sonuncusu bugüne kalmıştı, onu bekledik. Bir mobilya değişikliği yapmıştık, bir parçası problemliydi. Kaç gündü ha geldi ha gelecek derken bugün öğlen gelip hallettiler. Biz de onlar gider gitmez arabaya doluşup yola çıktık. Yanımıza sadece çocuklar için biraz abur cubur aldık.
Kapanma öncesi son gün olduğu için millet yollarda olacağından hiç trafiğe takılmadan nereye gidebiliriz diye geceden düşünüp Karaburun’da karar kılmıştık. Epeydir burayı görmek istiyordum. Karaburun haritada bizim tam kuzeyimizde Karadeniz’in kenarında kalıyor. Dolayısı ile E5, Tem veya Kuzey Marmara Otoyolu gibi İstanbul’u boydan boya geçen ana yollarla hiç işimiz yoktu. Bahçeşehir’in içerisinden Hadımköy’e, Sazlıbosna’ya vs giden bir yol vardı. Buraları daha önce defalarca gitmiştik. Yine o yoldan gidip Ömerli, Dursunköy sonra Kuzey Marmara’nın altından geçip Baklalı ve Dursunköy üzerinden Karaburun’a vardık. Yaklaşık 40 km’lik bu yol köylerden dolana dolana geçtiği için bir saat 10 dakika kadar sürdü.
Yolun Hadımköy tarafında kalan başlangıç kısmı hariç geri kalan tamamı manzara bakımından çok güzeldi. Biz evlerimizde kapalı kalsak da çok şükür tabiat baharın tadını çıkarıyordu. Gezdiğimiz yerlerin İstanbul olduğuna gözlerimizle görmesek inanamazdık. Sağlı sollu ağaçların kapladığı yollar, yemyeşil çayırlar, morlu sarılı alabildiğine çiçekler, pamuk gibi beyaz çiçeklerle bezenmiş ağaçlar, kuzular, inekler… Evet bunların hepsi İstanbul’daydı ve bize 20-30 km mesafedeydi.
Yolun başlangıcındaki Hadımköy ise maalesef bu manzaranın tam tersi idi. Devasa kamyonların oluşturduğu yer yer trafik sıkışıklığı, hangar gibi şekilsiz fabrikalar, etrafı çevrili inşaat alanları, toz gürültü, uzaklarda kule kule toplu konutlar (bunlardan birinde de biz oturuyoruz).
Neyse Hadımköy’ü değil, diğer güzel yerleri konuşalım. Çocuklar arabaya biner binmez uyudukları için giderken sakin sakin gittik. Onlar için aldığımız araç koltukları maalesef çok iyi çıkmadı. Bayır aşağı giderken azıcık da olsa fren yaptığımızda kafaları düşüyor. O nedenle çok sakin kullandım. Neyse ki yol boyunca 200-300 m’lik bir yer dışında hiç bayır yoktu. Bol ağaçlı düzgün asfaltlı yollardan kıvrıla kıvrıla ilerledik. Kamyonların geçtiği bazı yerlerde asfalt yamalıydı ama yine de genele yayınca çok az sayılır.
Nihayet bir saat sonra Karaburun’a vardık. Mahallenin içinden geçip doğruca limana indik. Limanın solunda bir yokuş vardı mahalleye doğru çıkan. Burası Rumeli Feneri’ni andırıyordu. Fakat Rumeli Feneri’nden çok büyük bir farkı vardı. Orda limanda yol bitiyordu. Burda ise limandan sahil boyunca sola doğru gidildiğinde Yeniköy’e kadar 2 km düz bir sahil yolu vardı. Üstelik yolun denize bakan kısmı da kumsaldı. Tabi burayı başta farketmedik. Önce çocukların uyanmasını bekledik -faruk zaten araba durunca uyanmıştı- ve limanda biraz dolaştık. Sonra arabayla soldan yukarı doğru çıkıp manzarayı yukardan görelim dedik. Araç trafiğine kapalı bir yokuş daha vardı. Merakımızı cezbetti. Ordan yukarı yaya devam edelim dedik. Meğer burası deniz fenerinin olduğu yere çıkıyormuş. Yokuşu bitirince kocaman fener karşımıza çıktı. Önünde de anıt gibi mermerden, yıkık dökük bir “şey” vardı. Belki bölgeye ismini veren “burun” burasıdır diye bir yazı buluruz dedik ama onun yerine kırmızı sprey boyayla yazılmış ilanı aşk mesajları gördük.
Fenerin etrafı tel örgülerle çevrilmişti ama bu anıtımsı yapının etrafı tamamen uçurum olmasına rağmen serbest bırakılmıştı. Buraya kadar çıkan yolun da etrafı duvarla örülmüş ve gayet güvenli idi. Ama burası neden böyle bırakılmıştı anlamadık. Yüksekten korkan biri olarak -hele de yanımızda iki çocukla- burda fazla vakit geçirmek istemiyorduk ama çocukların ellerinden sıkıca tutup epey güvenli bir mesafeden bir iki fotoğraf çektik. Sonra bulunduğumuz alanla fenerin çitlerinin kesiştiği yerde çok dar bir patika olduğunu gördük. Öyle ki, insanın ayağı kaysa, dengesi bozulsa doğru aşağı yuvarlanabilirdi. Tam biz fotoğraf çekmek için hazırlanırken burdan bizim bulunduğumuz alana doğru gençlerin geldiğini gördük. Rica ettik bize fotoğraf çektiler. Sonra hanım nerden geldiklerini sordu. Meğer patikanın devamında ilerde bir alan yapılmış. Orda oturma yerleri varmış. İnsanlar oradaymış.
Hanım pek gitme taraftarı değildi, ben de kalabalık bir halde o dar köşeden geçmeyi aklımın ucundan bile geçirmedim zaten. Çocukları hanımın iki eline sıkıca tutuşturup beni beklemelerini söyledim. Ben gelene kadar ellerini bırakmamasını tembih ettim. Çünkü gerçekten göz açıp kapayana kadar çok tehlikeli şeyler olabilirdi. Üstelik iki çocuk olunca birinin peşinden koşarken diğerine bir şey olabilirdi mazallah.
Çocukları emniyete alınca kendim korka korka o dar yerden geçip patikaya devam ettim. Meğer sadece o köşe daracık kalmış. İlerisi yine uçurum kenarı ama dar değildi. Orayı insanlar düşüp ölsün diye mi öyle bıraktılar anlamak zor. Neyse hızlıca gittim, seyir terasını uzaktan gördüm ve döndüm. Sonra içinde kalmasın diye hanıma da gidip bakmasını söyledim. O gelene kadar çocukları gözümün önünden ayırmadım, anıtın önünde oturup gofret yediler. Çok şükür hanım da kazasız belasız dönünce patır patır ordan uzaklaştık. İnsanlık hali, ramazandayız, şöyle bir aşağı bakayım dersin, şekerin düşer bir şey olur mazallah.
Buraya çıkınca geldiğimiz tarafa doğru yüksekten bakma şansımız oldu ve limandan sola doğru giden uzun bir kumsal gördük. Hadi burayı gezelim deyip aşağı indik. Burası Rizeye giderken eskiden gördüğümüz -şimdi duble yol olduğu için kısmen değişti- sahil yollarını andırıyordu. Gidiş geliş güzel bir asfalt, yolun deniz tarafı hep kumsal, diğer taraf yer yer dükkan, bahçeli evler, boş araziler şeklinde gidiyordu. Karaburun’da böyle 2 km uzanan bir sahil yolu ve kumsal bulmayı umuyor ama tahmin etmiyordum. Rumeli Feneri gibi burası da sahili kullanışsız bir yer çıkacak sanıyordum.
Şimdi bu yazıyı hazırlarken haritada biraz inceledim ve Karaburun’un deniz fenerinin ilerisinde kalan bölgesinde ayrı bir kumsal olduğunu gördüm. Biz oraları hiç görmedik. Bir dahaki sefere oraları da gezeriz inşallah.
Normalde geldiğimiz yoldan geri dönmeyi düşünüyorduk ama bu sahil şeridi hoşumuza gitti ve ortasında bir yerde durup denize kadar ineyim istedim. Çocukları arabadan indirmedik, hanım da gelmek istemedi. Hava biraz rüzgarlıydı. Kendim yavaş yavaş iri kum tanecikli kumsalda yürüyerek kocaman taşlarla oluşturulmuş bir dalgakırana kadar ilerledim. Ayaklarımı sokamasam da ellerimi Karadeniz’e sokacaktım 🙂 Kendimi ıslatmadan bunu başardım. Bir iki güzel fotoğraf / video çekip arabaya geri döndüm. Haritadan baktığımızda yolun ileride Yeniköy’de yukarıya doğru çıktığını ve geldiğimiz yola bağlandığını gördük. Biz de bu şekilde devam edelim deyip dönüşe geçtik. İftara daha 3 saat vardı ama iki saat sonra tam kapanma başlayacaktı. Ne olur ne olmaz, trafik peydah olur problem yaşarız diye çok oyalanmak istemedik.
Fakat oyalandık 🙂 Dönüş yolunda hanımın yine “pampas” krizi tuttu. Ne zaman dağ bayır gezsek gözü pampastan başka bir şey görmüyor 🙂 Genelde sulak yerlerde göl üzerinde vs olduğu için durup alamıyoruz. Bu kez yol kenarında gördü ben de hemen yanındaki sapsarı çiçek tarlasını görünce arabayı kenara çektik. Çocukları da indirdik. Çiçek tarlası iki kısımdı, yolun kenarındaki kısım daha seyrekti. Orada çocuklarla biraz eğleştik, fotoğraflar çektik. Hanım da uğraşa uğraşa bi tane pampas bulabildi. Dikenlerin olduğu yerde baya vardı ama yakın yerdekilerin hepsinin kafaları yoktu. Hanımın teorisine göre başkaları toplamış 🙂 Çok kıymetli bir dekorasyon malzemesi sanırım bu pampas.
Pampas avını bitirip yola devam ettik. Az ileride bir camide ikindiyi de kıldık. Bu camiin bahçesinde bir türbe vardı. Sandukası camdan açıkça görülüyordu. Hemen yanında da minik ama çiçeklerle bezeli yemyeşil bir bahçe vardı. İçinde bir de erguvan ağacı. Çok güzel şirin bir cami bahçesi olmuştu. Yapanların ellerine sağlık.
Namazı da halledince tek bir durağımız kaldı. Gelirken gördüğümüz yerlerden süt almak. Maalesef bir yere uğrayabildik ve onda da süt bitmişti.
Dönüş yolunda yine Hadımköy civarında 1 km kadar trafik sıkışıklığı yaşadık. Ondan sonra çok rahat geldik. Yasaklar başladıktan 20 dk sonra evimizdeydik.
İnşallah bugün topladığımız oksijen ve enerji önümüzdeki iki buçuk hafta bizi idare eder 🙂 Ondan sonra doğruca Gönen’e kaçacağız inşallah.
Herkese hayırlı ramazanlar, hayırlı bayramlar, koronasız sağlık dolu günler dileriz.
Harika bir paylaşım olmuş eline sağlık