Çanakkale, Kabatepe Kampı (1.gün: yolculuk ve ilk kampımız)
Bir haftalık yıllık iznimizi değerlendirmek için internetten araştırıp karar verdiğimiz Gelibolu yarımadasındaki Kabatepe Kamp Alanına gitmek için 11.30’da İstanbul Beylikdüzü’nden yola çıktık.. Aslında gitmek istediğimiz yer Gökçeada idi. Bir tv programında gördüğümüz bu adadaki siyah çamurlu Tuz Gölü ve adanın sörf yapılan nadir yerlerden biri olması çok ilgimizi çekti. Gökçeada’ya nasıl gidilir diye araştırırken Kabatepe Limanını ve bu limanın hemen yanındaki orman kampının fotoğraflarını görünce birden fikrimizi değiştirdik. Kamp hayatı nasıldır, yapabilir miyiz, rahat eder miyiz diye emin olmak için etrafımızda kime sorabiliriz diye bakınırken ofiste kalmış tek arkadaşımın sağlam bir kampçı çıkması bizi daha da şevklendirdi.
İlk çadırımızı hemen ertesi akşam Carrefour’dan satın aldık (49 TL). Yanında seyyar bir sandalye de aldık (23 TL). Bu yazımız boyunca mümkün olduğunca karşılaştığımız fiyatları belirtmeye çalışacağız. Böylece kamp yapmak isteyenler bir fikir edinebilirler diye düşünüyoruz.
Çadır alırken iki kişi olmamıza rağmen 4 kişilik bir çadır aldık, çünkü 2 kişi ancak 4 kişilik çadırda rahat edebiliyor. Çok küçük çadırlar tek katmanlı olabiliyor ve yer darlığı problem oluşturabiliyor. Bizim aldığımız çadırda sineklik kısmı komple çadırın etrafını sarıyor. Muşambası ise ayrıca üzerine örtülüyor.
Arabamızla gideceğimizden çadırın altına döşemek için mat denen özel şeylerden almadık. Evden eski battaniyelerimizden 3 tane aldık. En rahat minderlerimizi de unutmadık.
Eski adıyla E-5’den gitmeyi tercih ettik çünkü Tem’den gidişin pek bir avantajı olmayacaktı, kısa bir süre sonra tekrar E-5’e dönmek gerekecekti.
Cumartesi olmasına rağmen İstanbul çıkışına kadar trafikte pek bir yoğunluk yoktu. Çanakkaleye yaklaştıkça bilhassa yabancı plakalı araçlara oldukça sık rastladık.
Tekirdağ’da mola vermeyi planlıyorduk ama Beylikdüzü ile arası sadece 90 km olduğu için henüz yorulmadığımızdan devam ettik. Hatta Keşan’ı da geçtik. Çanakkale il sınırına kadar -Beylikdüzü’nden sonra 220 km- gidiş ve geliş yolu ayrı olduğundan gayet rahat bir şekilde yolculuğumuzu sürdürdük.
Gelibolu’ya 18 km kala bir benzin istasyonunda mola verip hem dinlendik hem de evde hazırladığımız sınırsız börek ve sandviç menüsünden atıştırdık 🙂 Gelibolu’yu Kabatepe’ye yakın sanıyorduk fakat Google Map’dan baktığımızda yaklaşık 55-60 km daha yolumuz kalmıştı.
Kalan kısım gidiş-geliş aynı yoldan olsa da bilhassa Gelibolu’dan sonrası çok zevkli geçti çünkü hemen denizin yanıbaşından gidiyorduk. Bir yanımızda yer yer yeşillikler, ay çiçekleri, uzakta rüzgar jeneratörleri, öte yanda deniz ve karşı yaka..
Tam uzakta Eceabat’ı gördükten hemen sonra büyük bir kavşağa geldik. Burada Kabatepe tabelasından sağa doğru gitmemiz gerektiğini farkettik, yoksa Eceabat’a doğru gidiyorduk.
Kamp alanı bu kavşaktan 8 km sonra hemen Kabatepe iskelesinin yanında idi. İskeleye yaklaşık 1 km kala Gökçeada’ya giden feribot için oluşan kuyruğa rastladık. Burada 20 dakika oyalandıkdan sonra iskeleye biraz daha yaklaştık, kampın girişi iskelenin girişinin hemen yanında idi fakat kuyruktan farkedemedik ve 100 m gerideki kavşaktan -biraz da kuyruktan kurtulma hevesiyle- hemen sola saptık. Gittiğimiz yol varmak istediğimiz kampın arazisine paralel idi, tel örgülerin öbür tarafında çadırları görünce yanlış gittiğimiz fark edip kuyruğa geri döndük ve hemen aşağıdaki iskele girişinin yanındaki kamp girişini gördük ve işte kamptaydık 🙂 Hayatımızın ilk kampı işte başlıyordu..
Girişteki danışmaya kamp yapmak istediğimizi belirttik. Aracı park edip kayıt yaptırmamızı söylediler. Nüfus cüzdanlarımızdaki bilgileri bir deftere kaydedip bize araç kartı verdiler. Kaç gün kalacağınızı peşinen söylemek gerekiyor, bu süre artırılabiliyor fakat azaltılmıyor yani elbette kamptan erken ayrılabilirsiniz fakat ödediğiniz para iade edilmiyor.
Kamp ücretini zaten önceden sorduğumuz için uygun olduğunu biliyorduk. Araba için giriş 10 Lira, bir gecelik 4 kişilik kamp alanı -ki oldukça büyük bir alan- 12 lira, elektrik 4,5 lira (buzdolabı 4,5 lira ama hepsi kullanılıyordu) .. Toplam 3 gün için 50 lira ödedik. 10 lira da elektrik kablosu için, teslim ettiğimizde iade edilmek edilmek üzere kapora ödedik. Aslında elektrik uzatma kablonuz varsa yanınızda götürün çünkü biz neredeyse alamıyorduk, hepsi kullanımdaydı. Son anda kamptan ayrılanlardan biri iade edince biz de alabildik..
Kayıt işleminden sonra telsizle çadır alanındaki diğer görevliye haber verildi ve neresinin müsait olduğu sorduldu. Girişten 300 m ilerideki çadır alanında B blok’una yönlendirildik. Arabamızla toprak ve hafif taşlı yoldan yavaş yavaş çadırlara doğru ilerledik. Genç bir görevli bize yerimizi gösterdi. Çadırları gördüğümüzde oldukça heycanlandık ve şaşırdık çünkü bu kadar canlı bir kamp beklemiyorduk. Kimileri belki daha tenha yerlerde kamp yapmak isteyebilir ama bizim gibi ilk kez tecrübe edecekler için harika bir ortam gözlerimizin önünde idi. İçinde klasik piknik masalarından olan oldukça geniş bir alan bize tahsis edildi. Zaten yolun kenarındaki taşlara küçük beyaz çizgiler çizilmiş, bu alanlar sınırları gösteriyor. Bizim sınırımız da peşpeşe üç araba rahat park edebilecek kadar uzundu.
Hemen bagajdan çadırımızı çıkardık. Evde yaptığımız tecrübe pek başarılı olamamıştı, çadırı çakacak yer yok diye kurulumu yarım bırakmıştık. Burda kamp komşumuz olan bir bayandan ilk öğrendiğimiz şey çakma işleminin en son yapılması gerektiği oldu. Elimde çekiçle kalakalmıştım ama çadır kurmanın mantığını artık kapmıştım.
Carrefourdan aldığımız 4 kişilik çadırımız -ama içine 2 kişi anca rahat sığar- oldukça basit görünüyordu. Çadırla birlikte gelen iki ana iskelet demiri ve bir de girişin üstünü geren bir demir vardı. İki ana siyah demiri çadır bezinin üstündeki geçeceği yerlerden çarpraz olarak geçirdik. Bu demirlerin iki ucu da içeriye doğru açıktı. Çadır bezinin uçlarında da sivri olmayan küçük demirler vardı. Meğer bütün iş bu bezin ucundaki küçük demiri iskelet demirinin ucundan içeriye doğru sokmak imiş. Bir tarafını sokunca diğer tarafı sokmak için demir mecburen yukarıya doğru yarım ay yapacak şekilde kıvrılıyor ve böylece çadır hop diye ayağa kalkmış oluyordu. Daha sonra çadırın tipine göre üstüne muşamba katmanını koymanız gerekiyor. Bizim aldığımız çadırda üst muşamba ayrı idi. Çadır ayağa kalktıktan sonra onu çadırın üstüne atıp bağcıklarını alttan bağlamak icab ediyordu. İşte bu işlemlerden sonra artık çadırınızı sabitlemek için çivi çakma işlemini yapabilirsiniz. Çivi dediğimiz şey çadırla birlikte gelen ucu eğri uzun demirler..
Çadırımız hazırdı. Hemen içine bol bol battaniye ve ince yorgan tarzı şeyler döşedik. Acıkmıştık, sınırsız börek ve sandviç ile karnımızı doyurduk. Bu arada hemen hatırlatalım, sevgili dayımızdan ödünç aldığımız termal çantalar bir harika. Yola çıkmadan hemen önce bir kaç buz kutusu ile birlikte içine koyduğumuz küçük su şişeleri, soğuk çay kutuları, sandviçler vs hiç ısınmadan yol boyunca soğuk kaldılar. Sulardan bir çoğunun buzu bu saate kadar (gece 02.00) hala tam çözülmedi.
Yemekten sonra çok yakında olduğunu tahmin ettiğimiz kumsala doğru yürüyelim dedik. Akşam vakti yakındı, kalabalık olmaz diye tahmin ettik. Hemen limanın yanından kamp alanını boyunca ilerleyen kumsal fotoğraflarda harika görünüyordu. Gerçekten de çok güzeldi. Ağaçların arasındaki patikalardan kumsala indik. Çok kalabalık yoktu. Biraz sahilde dinlendik. Hemen karşımızda ve oldukça uzakta Gökçeada vardı. Haritada çok yakın görünen bu adaye vapurla bir buçuk saatte gidildiğini okuduğumuzda çok şaşırmıştık ama ne kadar uzak olduğunu görünce hak verdik.
Kumsal bizim gibi yüzme bilmeyenler için oldukça elverişli idi, çünkü 20-30 m ilerleseniz bile deniz hala bel seviyesinde duruyordu. Bu sayede yalandan da olsa denize girmiş olduk :)))
Deniz keyfimizi biraz da kumsalda yürüyerek devam ettirdik. İskeleye doğru yürüdük, orada mangal yapılan yerler ve bir işletme binası vardı. Buradan ekmek arası ya da kilo ile köfte alabiliyorsunuz (ekmek arası 4 TL, kilosu 16 TL). Biz biraz geç kalmıştık, kapatıyorlardı.
Yürüye yürüye çadırımızın olduğu bölgeye gelirken daha önce arabayla geçtiğimiz ahşap köprüye rastladık. Köprünün altından akan küçük yeşil bir ırmak kumsala doğru gidiyor ama denize kavuşamıyor. Meğer bu küçük yeşil su tam bir kaplumbağa yuvasıymış. Köprünün altında onlarca su kaplumbağası vardı.
Çadırımıza döndüğümüzde önceden kararlaştırdığımız üzere “Star Wars 6 gece 6 film” festivali yapacağımızı konuşmuştuk. Piknik masamızda ilk bölümü bu akşam büyük bir keyifle izledik.
Vee bugünün en son notunu düşüp yazımızın ilk kısmını tamamlayalım..
Akşam tripodumuzu alıp kamptan bir kaç gece fotoğrafı çekelim dedik. Daha 2. pozda Şahika Hanım’ın aklına müthiş bir fikir geldi: Pozlama ile ışık oyunları. Yani estantaneyi uzun tutarak çekim yapmak ve bu sırada bir ışık kaynağı ile (biz iphone kullandık) fotoğrafda şekiller oluşturmak. Gece çekimi için zaten makineyi tripodla sabit bir şekilde ayarlamak gerektiğinden ışık oyunu yapmak çocuk oyuncağı gibi oldu. Ne hikmetse tekniğini bilmemize rağmen daha önce hiç böyle çekim yapmamıştık. İlk kampımızda nasipmiş. Çok keyifli idi. Havada adımızın harflerini çizdik, küçük şekiller yaptık.. Etrafımızdaki gözler şaşkın şaşkın ne yaptığımızı anlamaya çalışıyorlardı..
İşte harika bir gün daha geçti çok şükür.. Bakalım yarın neler anlatabiliriz..
Yazınızı okudum, bende kilitbahirde Zargana Tatil Köyünde kaldım. Kamp yapacak arkadaşlar için benimde bir kaç tavsiyem var. http://ozancirpan.blogspot.com/2013/05/zargana-tatil-koyu.html adresinden inceleyebilirler. Bu arada sitenizi takip etmeye devam, başarılarınızı dilerim.
hafta sonu tatilimizi kabatepe kampında geçirdik muhteşem bir deniz bakir kalmış bir alan çam ormanı insanı deli ediyor çam kokusu herkeze tavsiye ederim hem istanbula yakın hemde bu güzellikte kalmış bir yer dönüştece çanakkale anıtını gezdik tavsiye edilir ecabat rose pansiyonda kaldık zafer abi muhteşem sevgi dolu bir insan tertemiz tam aile pansiyonu….