İzmir – Alaçatı
Bergama maceramızdan sonra İzmir’e doğru yola koyulduk. Vakit öğle saatleriydi ama hava çok sıcak değildi. Niyetimiz İzmir’de konaklamak değildi. Oradan geçip Alaçatı’ya gidecektik. Akşamdan Urla’da IYTE (İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü) çalışan 2000’li yıllarda internette Ocal.net forumda tanıştığımız Zeynep’i ziyaret etmekti. Bu vesile ile onunla da ilk kez görüşecektik 🙂
Aliağa’dan geçerek İzmir’e vardık. Orada Konak’a gitmemiz gerekirken (sağolsun Apple’ın haritası) İzmir’in içlerinde karıştık. Bazı yerlerde yol yapım çalışması olduğundan yolumuzu bulmamız epey güçleşti. İzmir’in çok sıcak, şehrin çok sıkıcı olduğuna karar verip Urla’ya doğru hızlı bir şekilde uzaklaştık. Haftaiçi olduğundan herkes çalışıyordu. Tabi Zeynep’in de işi vardı. Bir sunum yapılması gerekiyordu. Allahtan sunum Hasan beyin ilgisini çekti de 1 saatlik zorunlu mola vermiş olduk. Sunumdan sonra Zeynep bize kahve ısmarladı. Ufak bir sohbetten sonra Alaçatı’ya doğru yola koyulduk. Benim için yolculuğun en heyecanlı kısmı burada başladı. Yıllardır hayalini kurduğum Alaçatı’ya gidiyordum nihayet. Acaba hayallerimdeki gibi miydi? Taş evleri sevecek miydim? Tüm bu sorular kafamda yola çıktık. Tabii yine çok sıcaktı..
Alaçatı’ya vardığımızda rüzgar gülleri karşıladı bizi. Rüzgar’ın ayrı bir önemi vardı orada ne de olsa. Şehir merkezine girdiğimizde otoparkların olduğu yere gelmiştik. Yolların çok dar olmasından dolayı geri çıktık ve cadde üzerinde bir yer bulduk. İyi ki de bulmuşuz akşam o yer oldukça kıymetli olacakmış..
Alaçatı’da park ettiğiniz yerde para ödemiyorsunuz. Belediye bize bu güzelliği yapmış. İstediğiniz yere park edebiliyorsunuz. Zaten oldukça dar olan ara sokaklara yani taş evlerin bulunduğu güzel sokaklara park etme imkanınız yok. O yüzden fotoğraflarımızda arabaların yaptığı görüntü kirliliği olmadı..
Kente ayak basar basmaz sakızlı dondurmanın tadına baktık. Onun yanında menengiçli dondurma da vardı. Bu değişik tadı da deneyelim dedik. Fıstıkgillerdenmiş. Değişik bir tadı vardı. Sakızlı dondurma ile güzel uyum sağlıyorlar. Dondurma keyfinden sonra Alaçatı’yı gezmeye başlayalım dedik. Kumrucu Şevki’nin köşede bulunduğu sokaktan aşağı doğru indik. O sokak üzerinde hediyelik eşya satan dükkanlar var. Sabun, magnet ve türlü türlü Alaçatı biblosunun bulunduğu sokak benim için çok güzeldi 🙂 Boncuk ve türevlerini sevmeyen Hasan için ise tam bir işkence.. Sokağın sonundan sağa dönelim dedik. Niyetimiz taş evleri bulmaktı. Bulduğumuzu sanmıştık ki, gördüğümüz tüm evlerin fotoğrafını çektik. Biraz da denize doğru yürüyelim dedik. Ama denizin bizden biraz uzakta olduğunu görüp vazgeçtik. (Burada Apple haritası gerçekten sağolsun..)
Tekrar şehir merkezine dönüp girişte üstte gördüğümüz rüzgar değirmenlerinin yanına çay içmeye çıktık. O sırada 2 tane gelin&damat çekimi oldu. Çaylarımızı içip biraz daha Alaçatı’nın arka sokaklarını dolaşalım diye tekrar yola koyulduk. Bu sefer sokağın sonundan sola döndük. Ne varsa o sokakta varmış.. Taş evler, dükkanlar, yemek yerleri.. Bu arada güneş de batmak üzereydi. Ertesi gün oradan ayrılmak istiyorduk. O yüzden biraz daha hızlandırdık adımlarımızı. Sokaklarda iyice kalabalıklaşmaya başlamıştı. Akşam oluyordu. Anladık ki Alaçatı’nın gündüzü ile gecesi çok farklı..
Taş evleri çekerken, incik boncuk satan bir sokağa denk geldik. Ne yazık ki ben Burayı akşama gezeriz.. gibi talihsiz bir laf etmiştim. Akşam orayı gezemedik. Karnımız acıkmaya başlamıştı. Başladığımız yere geri dönüp ev yemekleri yapan bir yere gitmek istiyorduk. Taş evlerden ve yanlarından fışkıran begonvillerden de ayrılamıyorduk. Sonunda midemizin gürültüsüne kulak verdik ve restoranın yolunu tuttuk.
Akşam yemeğimizi Akasya isimli restoranda yemeye karar verdik. Geniş bir zeytinyağlı menüleri var. Onun yanında etli yemekler, açık büfe salata ve isterseniz köfte, et gibi ızgaralar da yapıyorlar. Ben gidip koca bir tabak karışık zeytinyağlı aldım. İçinde kabak çiçeği dolması bile vardı ki kabak çiçeğini ilk defa yedim. Eşime de orman kebabı aldım. Porsiyonlar oldukça büyük ve doyurucuydu. Hesap da makul düzeydeydi. Salata ikram etmeleri de ayrıca bir incelikti doğrusu. Karnımızı doyurmuştuk şimdi sorun telefonlarımızın şarjlarının bitiyor olmasıydı. Gün boyunca arabada şarj etmiştik ama fotoğraf çekmekten yorgun düşmüştü cihazlar. Biz de hem çay&kahve içebileceğimiz hem de telefonları + bilgisayarı şarj edebileceğimiz bir yer aramay koyulduk. Malum artık gezdiğimiz yerlerde kalıcı değil sürekli gezici konumdaydık. Bu arada kalıcı bir yer bulmak için çözümler de aramaya başlamıştık. Ayvalık+Cunda sonrası Kabatepe’ye gidip kamp yaparız diye düşünüyorduk. Acaba plana sadık kalabilecek miydik?
Biraz önce de belirttiğim gibi Alaçatı’nın gecesi ile gündüzü çok farklı. Gündüz yollarda sakin sakin yürüyebilirken akşam bu güçleşti. Gündüz denizde vakit geçiren halk gece olunca sokaklara akın etmiş olmalıydı. Kendimizi Özsüt’e zor attık. Dışarıda bir masa bulmamız ise büyük şans. Hem de yanında priz olan!
Bütün günümüz yollarda ve keşifle geçtiğinden bizim de pilimiz erken bitti. Uykumuz gelmeye başlamıştı. Gece yola çıkmak istemediğimizden bu akşam da arabada konaklayalım dedik. Sabah da erkenden Ayvalık’a doğru yola çıkarız diye düşündük..
Ertesi sabah da benim Boyooz diye tutturmamla başladı 🙂 İzmir’e gelmişiz boyozun tadına bakmadan olmaz. Kahvaltıdan önce biraz dolaştık, küçük şirin bir fırın görünce burada yapalım kahvaltımızı hem boyoz da vardır dedik. Ondan önce de burada simite gevrek derler, çekirdeğe çiğdem derler muhabbeti döndürüyorduk. Boyozun tadına bakınca da içi boş böreğe boyoz diyorlar demeye başladık. İzmirliler yanlış anlamasın tabi 🙂 İşimiz latife..
Alaçatı’dan çıkmadan önce bir de denize bakalım dedik. Çeşmeye doğru yola çıktık. Deniz’i bulmak kolay olmadı. Otellerin çevrelediği bir yerden yine otellerin içinden geçerek halk plajını bulabildik. Şunu söyleyebilirim ki, gördüğüm en güzel ve temiz denizdi. Suyu soğuktu ama görüntüsü muhteşemdi. Dalga çok azdı, kumlar ince ve çok güzeldi. Denizin rengini çok sevdim..
Artık yola çıkma vakti gelmişti. Biraz da İzmir’i dolaşıp akşam olmadan Ayvalık’a varmak istiyorduk.
Aslında niyetimiz İzmir saat kulesini görüp öyle gitmekti. Ama saat kulesine varmadan asansör tabelasını görünce hemen oraya gitmeye karar verdik. Asansörü daha önce duymuştum. Şehirde asansör ile seyehat etmek oldukça ilginç olur diye düşündük. Sahilden bir sokak içeri girdik sadece. Hemen önümüze çıktı. Yanında park yeri vardı, arabamızı oraya bırakıp asansörle yukarı çıktık. Bütün İzmir ayaklarımızın altındaydı. Bol bol fotoğraf çektik. Sıra saat kulesini görmeye gelmişti. Asansörden yürümeyle 10 dakika mesafede olduğunu öğrendik. Ama yanılmışız ya da bize öyle geldi. Hava o kadar sıcaktı ki yarım saat yürümüş gibiydik neredeyse.. İzmir’in sıcağını hiç unutmayacağım sanırım..
Saati de gördükten sonra İzmir’den ayrılma vakti gelmişti.. Sırada Ayvalık ve Cunda adası vardı.
(Çektiğimiz fotoğrafları aşağıdaki galeride görebilirsiniz..)
Merhaba blogumda çekiliş var ama asıl amaç blogger arkadaşlarımla tanışıp, bakın ben de buradayım demek.
Belki ufacık bir yazı ile bir merhaba demiş oluruz biz de birbirimize ne dersiniz.
http://www.yollardahayatvar.com/2013/11/hediyeler-cok-yakinda.html
Alaçatı yaz tatili erken rezarvasyon fırsatlarından siz de yararlanın. Kaynak bilgisi için;
http://www.alacatiotel.com.tr
Güzel siteniz ve harika paylaşımlarınız için çooook teşekkürler…